Page 58 - MHP Kadın Kolları Dergisi Sayı-1
P. 58

58


                          lar vurmaya,düğün alayı gelmeye başlayınca abla-  dedi... Ebeler dedi... Elinden geleni yapmış da dedi,
                          sının onbeşine geldiğini, evleneceğini anladı. Anlar   senin fıkare kızın kız doğurmuş. Üstüne bir de soy-
                          anlamaz  da  damadı  görmeden  içinden  ona  karşı   kası  dışarı  uğramış.  Ebe  kadın  dedi,  bunun  daha
                          çocukça  bir  kin  duymaya  başladı.  Oysa  ablasının   çocuğu olmaz, bundan avrat olmaz dedi... Ha sa-
                          daha  kendisi  ile  oynayacak,  saçlarını  örecek  çok   man balyası demiş... Ha Gelin Fatma demiş... Atın
                          vakti vardı. Beraber şehre gidip okuyacaklar, gelincik   gitsin demiş Bey Hasan... Bey Hasan’ın avratlar da,
                          gibi kırmızı fistanlar, kırmızı çarıklar, kırmızı küpeler   bu hizmet bilmez... Bu katırı yollayın demiş...Vay fı-
                          alıp döneceklerdi. Çocuk yaşta kursağında bir haya-  kare Topal vay, vay topal bacağına sıçtığımın iti vay.
                          lin ezikliğini hissetti. Kırkında, göbekli, önü çökmüş,   Kadersizim vay. İki gözüm damadımın soyu kurudu
                          ağıya benzer yeşil gözleri ile etrafa bakan Hasan’ın,   vay. Ocağımız battı, kepeğimiz kesildi vay... ” Hayriye
                          ablasını  gelin  diye  alması  onun  zoruna  gidiyordu.   kocasının ne dediğini, kimin ne anlattığını anlamadı.
                          Bundan  sonra  ne  oldu  ne  bitti  hafızasında  yoktu.   Hadiseyi anladığı zaman da kocası gibi dövünmeye
                          Çocukluk edip sağda solda oynamaya devam etti.  başladı. Başına da siyah çatkısını bağladı. Sabaha
                                                                    kadar aklına geldikçe böylece dövündü durdu. Zey-
                          ***                                       nep ne olanı anlıyordu, ne biteni. Bir tarafta uyumuş
                                                                    kalmış, ablasına bir şeyler olmuş, soykası dışarı uğ-
                          Topal Abdi bir akşam mescitten çıkmış, topal ayağı-  ramış, gebe imiş, aklından su gibi aktı geçti.
                          nı süre süre eve gelmiş, bir hışımla içeri geçip çağır-
                          mıştı; “Lan Hayriye, zalım Yusuf’un kızı Hayriye, Al-  Sabah olunca tarlası yanmış çiftçi gibi bitmiş, tüken-
                          lah’ın cezası koş yetiş buraya, ocağımı söndürdünüz   miş Topal Abdi ile Hayriye yola düşmüş, damatları
                          Hayriye.” Çocuk Zeynep, babasına manasız manasız   Bey Hasan’ın çiftliğine doğru saatlerce yürümüşler-
                          bakıyor, bağırırken boğazında şişen yeşil damarları   di. Vakit öğlen olup, yol bitip, çiftliğe gelince Hayri-
                          hayretle izliyordu. “Ne bakıyorsun itin eniği, git ananı   ye kapının önünde bir şinaat bir ağıt tutturup yığıldı
                          getir!” Zeynep bir telaşla kalktı, koştu arka odaya ye-  kaldı.  Ağlarken  burnunda  biriken  sümük  baloncuk
                          tişti, anasını ekmek sularken buldu. Yarı korkar, yarı   olmuş, şişip şişip iniyordu. Çiftliğin hizmetçileri ba-
                          heyecanlı vaziyette çağırdı. Kadın koştu geldi, ağzın-  şına toplanmış hiç ses etmeden olanı biteni izliyor-
                          dan çıkan laf kocasının yüzüne değer de ayıp olur   du. Topal Abdi’nin topal bacağı iyice topal oldu, evin
                          diye düşünerek başörtüsünü dudaklarına sürdü ve   içine sürümedi. Saatlerce Bey Hasan’ın karşısında
                          kısık bir sesle “Buyur bey.” diyebildi. Topal Abdi daha   durdu,  ağladı,  sızladı,  kendine  sövdü,  özürler,  aflar
                          da sinirlendi, yakasını bağrını açtı, göğsü sıcaktan   diledi, dualar etti. Kızı olacak fıkarenin avrat olma-
                          kızarmıştı, pancara dönmüş boynundan etrafa ekşi   sa da hizmetçi olacağını dedi. Bey Hasan, Nuh dedi
                          ekşi kokusu yayılan ter damlaları, aşağı doğru süzü-  peygamber demedi. Hasta karısını kucağında çocu-
                          lüyordu. “Allah sizin belanızı versin. Benim beyliğim   ğu ile onlara verdi. Topal Abdi’nin de eline bir tomar
                          mi kaldı! Allah kepeğiniz kesilsin. Nimet nankörleri.   para sıkıştırdı. Bundan gayrı bir daha gelirse kurşu-
                          Senin o gâvur kızın var ya gâvur kızın. Ermeni’nin et-  nu böğrüne yiyeceğini söyledi. Çıkarken de “Üçten
                          mediğini etti bize. Fransız’ın yapmadığını yaptı bize.   dokuza boş ol, boş ol, boş ol...” diye bağırdı.
                          Onyedisinde kısır kaldı fallik. Ocağımıza inciri dikti.
                          Allah sizin belanızı versin. Ben şimdi ağaların bey-  ***
                          lerin yüzüne nasıl bakarım? Bey Hasan damadıma
                          ne derim? İki gözümün ışığı, ekmeğimin umuduna   Gelin  Fatma  evine  geleli  iki  ay  olmuş,  rahatsızlığı
                          nasıl  bakarım!”  Kadın  da  şaşırdı.  Kocasının  lafları   geçmiş,  yürüyecek,  iş  yapacak  duruma  gelmişti.
                          karşısında ne diyeceğini bilemedi. Kısır lafı geçince   Bununla birlikte küfürler, dayaklar, hakaretin bin tür-
                          de irkildi. Merakı içine sığmaz oldu. “Bey kurbanın   lüsü de başlamıştı. Topal Abdi her akşam olup, topal
                          olam, tabanlarını öpem şu işi anlat hele, at gibi çat-  bacağını sürüyerek eve geldiğinde Fatma’yı görme-
                          ladım kaldım. Ne oldu da beye bakamayasın, nasıl   ye dayanamıyor, ata ekin çiğnetir gibi Fatma’yı topal
                          oldu da ağalara boyun bükesin?”deyince, Topal Abdi   bacağının altına alıp çiğniyordu. Bazen dayak yerini
                          zembereği boşalmış saat gibi çın çın öttü:  hakarete bırakıyor, Fatma dayağın bıraktığı bereler-
                                                                    den çok bu hakaretlere içerliyor, kahroluyor, teselli-
                          “Çünküleyim,  çünküleyim  senin  o  namussuz  kı-  yi ise bacısı Zeynep’in saçlarını örerek arıyordu. Bir
                          zın kısır... Kısır kalmış... Gebeliği batasıca gebeydi.   akşam kardeşi Cabbar yine koyun gütmeden geldi.
                          Erken  doğurmaya  kalkmış.  Namazdan  sonra  Bey   Bu defa bir farklılık, bir sevinç içinde doğruca Zey-
                          Hasan damadımın, iki gözümün kahyası geldi. Ha-  nep’in  yanına  oturdu.  Azık  çıkınının  içinden  siyah,
                          san Ağa’nın dedi... Senin kız erken doğurmaya kalktı   kocaman bir kitap çıkardı. Çıkından etrafa yarpuz,
   53   54   55   56   57   58   59   60   61   62   63