Page 63 - MHP Kadın Kolları Dergisi Sayı-1
P. 63
MUTLU KADIN MUTLU TÜRKİYE 63
verişini unutamıyordu. Bir oğlan çocuğu içindi. Hep ruz...” Ahırdan gelen hayvan sesleri kesildiğinde or-
mi böyle olacaktı? Dünya yanana kadar kel gidecek, talığı yağ, tüy, et kokusu aldı. Öyle koktu ki dört köye
kör mü gelecekti? Zeynepler hep ölecek miydi? To- yetişti. Konakta da ses kesilmişti. Gayretle bir cam
pallar hep kızlarını satacak mıydı? Batsındı o zaman patlama sesi duyuldu. Alaeddin ağa oğlunu kucağı-
bu dünya. Yıkılsındı. Allah nasıl gökten bela yağdır- na almış, külçe gibi konağın katından atlamıştı.
mıyordu? Gelincikler hep böyle miydi? O söz gelmiş-
ti aklına. Japonlar mı demişti? Ne demişti? “Gelincik Sabah olup yangın sönünce köylüler hâlâ dumanı
insan ömrü gibidir. Dünü vardır. Yaşamıştır. Bugünü tüten, her yanı köz olmuş eve yaklaşabildiler. Kimse
vardır. Yaşıyordur. Ama yarını belli değildir.” Zey- sağ çıkmamıştı. Bir umut yerde yatan Kel Alaeddin
nep’in yarınına ne olmuştu? Ağa’nın yanına vardılar. Alaeddin Ağa köze basılmış,
kabuğu soyulmuş patates gibi cılk cılk olmuş derisi
Zeynep’in mezarı üstünde gelincikten başka tek bir ile öylece yatıyordu. Camdan atlarken yüzüne yapı-
toprak parçası görünmüyordu. Cabbar elinde bir şan bir parça ahşap da yanaklarını yakmış, yüzün-
torba, öylece put gibi bekliyordu. Akşamın sıcağı yır- den geriye yuvalarından fırlayacak gibi duran iki göz,
tık gömleğini derisine yapıştırmış, etrafa ekşi ekşi ter bir de sanki sırıtırmış gibi duran altın dişleri bırak-
kokusunu yayıyor, saçlarının yağından süzülen ter- mıştı. Koynunda duran kadersiz oğlu, Gelincik Zey-
ler bağrına dökülüyordu. Elleri ile mezarın üzerindeki nep’in oğlu ise yangın değil, Kel Ağa’nın can havli ile
gelincikleri okşadı. Zeynep’in saçları da böyle yumu- koynunda sıkmasından, havasızlıktan ölmüştü. Sağı
şaktı. Sonra döndü, ışıkların parıldadığı, gözünü al- solu alevlerden yer yer yanmıştı. Köylüler sessizce
dığı eve doğru aldı yatırdı. Gecenin iyice çökmesini, duruyorlardı. Jandarma geldi. Jandarmaya her şeyi
herkesin uyumasını bekledi. bir bir anlattılar. Savcısından kaymakamına hadiseyi
duymayan kalmadı. Her şey bitip, ağadan ve ailesin-
Elindeki torbadan orta halli bir bidon çıkardı. Kendi den geriye kalan kömür parçaları gömüldükten son-
kendine konuştu “Aha da evinden geçtim, konağına ra köylüler yanan konakta hazine arar gibi Ağa’nın
sıçtım.” dışarıya çıkan olmasın diye gazyağını önce altınlarını, değerli, erimez, yanmaz eşyalarını arama-
kapıya döktü. Sonra ahıra geçti, hayvanların hepsi ya koyuldular. Topal Abdi başlarını çekiyordu. “Ölüm
sessizce duruyor, dışarıya yoğun bir tezek kokusu hak miras helal, şahinimiz, iki cihanda umudumuz
yayılıyordu. Şimdi de sıra samanlarda, ahırın kapı- ağamızdan kalan bize ana sütü gibi helaldir.” diye
sındaydı. “Aha da ahırından geçtim, konağına sıç- topal bacağını süre süre geziyordu.
tım.” Elinde kalan gaz yağını da yettiği kadar ahşap
konağın her yanına döktü. “Aha da kavı çaktım, ko- Cabbar ve Fatma ise bütün bu olaylardan sonra
nağına sıçtım.” Önce gazyağı maviye döndü. Sonra gözden kayıplara karıştılar. Köylü onlar hakkında ne
da top top ışık saçarak, yalımlarla patırdadı. Birden duyarsa söylüyordu.“Kırklara karışmışlar... Zeynep
her yanı alev aldı. Çok geçmeden evden çığlıklar gelmiş de… Melek olmuş da...” “Ben demiş, melek
yükselmeye başladı. Kapı yandığı için dışarı çıka- oldum demiş. Allah bana buyurdu ki kardaşlarını al
bilen yoktu. Ahşap konak cayır cayır yanıyordu. Kel gel yanıma size cennet var demiş...” “Farsak İmam
Alaeddin Ağa içeride oğlunu koynuna almış, bir sağa onları rüyasında görmüş, Hazreti İsa ile beraberler-
bir sola dört dönüyor, kadınları etrafta gecelik fistan- miş...” “İsa demiş ki, ben demiş, onlarla ineceğim de
ları ile dolanıyor, kızları bağrışıyor, çığlıklar dört yanı kıyamette, hepsinin hesabını soracağım demiş...”
alıyordu. “Ya, Topal Abdi’nin de karısı derde düşmüş ölmeyip
sürünesice...”
Konakta ilk çöken yer ahır oldu. Ahır yanmaya baş-
ladığından beridir hayvanların sesi, bağırtısı susma- Her şeyden geriye yalnızca Zeynep’in kurumuş ge-
mıştı. Fakat Ağa’nın sesi öküzü de, ineği de, eşeği lincikleri kaldı. Dillere destan oldu. Nerede bir gelin-
de bastıracak kadar çoktu. “Yandım anam, yandım!” cik yetişse köylü hemen “Şehit var şehit.” ya da “Bu-
diyordu. “Ey Ümmet-i Muhammed, yetişin. Ocağım gün bir gelin ölmüş...” diye laf çıkarıyordu. İşte o gün
sönüyor yetişin, canımdan can gidiyor yetişin!” Köy- bugündür nerede bir gelincik yetişse altında Zeynep,
lüler her bir yandan toplanmışlar, çıt çıkarmadan üstünde Cabbar ve Fatma’nın ahı dolaşır. Gelincik
yalnızca seyrediyorlardı. Kahyaların elleri kolları bir güzel genç kıza benzer. Onun gibi gövdesi ince,
bağlı, böylesine etrafı ateşe boğan konağa bir adım başı ağır, boynu bükük, içine çekilir. Nice arı, güneş
dahi yaklaşamıyorlardı. “Ekmek nankörleri... Allah- vaktinde gelir de gelinciğin özüne bulanır, sarhoş
sız gâvurlar... İt oğlu itler... Yandım anam... Oğlum sarhoş kovanının yolunu kaybedip toprağa düşer.
yandım anam... İki gözüm Allah yardım et... Yanıyo-